14 Aralık 2015 Pazartesi


“ Ben bir ağacın köküne saçacağın gübreyim.”
Bir adam bir şeyler arıyor. Arabadayiz. Bizler birer sabit kamerayız. Belkide beklentimiz sabit kamera. O arıyor, Hümayun Erşadi yani kirazın adıyla Bedii Bey. Arıyor, arıyor, arıyor… Biz insanlar da arıyoruz. Bazen celladımızı, bazen umudumuzu. Aslında umudun yeri belli bizler Pandora’nın kutusunu arıyoruz. Sakladılar belli ki. İşte bu film yine insan için. İnsanı ve insanı insan yapan varolmayı anlatan cinsten. Yani bir tane daha silahsız, bombasız ve en güzeli Hollywoodsuz…

Neyse geçiniz!
"
Filmimizin birkaç ödülü var tabi ama Oscar değil. Kimse sevinmesin.

Hala okuyan var ise kıymetli zamanına saygı duyuyor ve bolca spolier dolu yazıma devam ediyorum. 

Evvela;
-1997’de Cannes’te Altın Palmiye ile başlıyoruz.
Pek ardı arkası kesilmeyecek cinsten ödüller yok. Hiç yoktan iyidir tabi. 
-1998’de New York Film Eleştirmenleri Birliği Ödülleri’nde  en iyi yabancı film üçüncülüğümüz var.  Eee peki, ilk iki ödül kime mi gitti? Birincilik Thomas Vinterberg - Fasten’e  gitti. Gider tabi. Ama bunu da ilerleyen zamanlarda yazacağım. Sonra da, kadrajları Kirazın Tadı’ndan daha iyi olan Merkez İstasyonu’na verildi. Fena da olmadı, oldukça adil.
Tabi 1998 New York’la bitmiyor, Boston’lu tatlı amcalar/teyzeler de Kirazın Tadı’nı en iyi yabancı film seçiyorlar…
1999’da ödül işini ABD’de kapatıp, cumaya gittim ama daha da gelmem deyip emeklilik köşemize çekiliyor ve bizleri izleyecek insanlar olmasını ümit ederek yaşlanıyoruz.

Yıllardan 2015’in sonlarındayız ve film gösterime gireli tamı tamına 18 yıl oluyor. (Defterime bunları yazarken 26 Kasım’daydık.) Çünkü Kirazın Tadı, 18 yıl önce bugün gösterime girdi 26 Kasım 1997. Neyse işte tam 18 senede  12.991 krıtikle en çok IMDB’de oylanıyor. Rotten Tomatoes’u işin içine karıştırmıyorum bile çünkü sadece 6.482 oylamada kalmış. Gerçi Rotten Tomatoes üyeleri IMDB üyelerinden daha çok sevmişler Kirazın Tadı’nı. Sevgili 6.482  kişinin ortalaması 4/5. Ama IMDB 7/10’da kalmış. İki kat kullanıcı girince işin içine biraz piyasa karışmış tabi. 
Neyse!..
Bedii Bey diye bir adam var filmde, sabit kamerada sürekli gördüğümüz. Sonra bu Bedii Bey’in aradığı var. Aslında yok. Belki de vardır. Çünkü sevgili yönetmenimiz çok güzel bir anlatımla işi ruh halimize bırakıyor. Velev ki, depresyon, anksiyete falan var ise yada kasımdayız falan diye “yok şu fani hayatta bir sonbaharı da es geçmem ve karanlık ruh halime bürünürüm” derseniz izlemeyiniz. Yok gösterim yılı, yok Altın Palmiye falan, boşverin önümüzdeki yaza bırakın. Belki de izlemeyi unuttuğunuz filmlerin arasında kaybolur gider. Soundtrack falan da yok. You Tube’da çok karşınıza da çıkmaz. Hatırlanmaz da. Belki bir kiraz mevsiminde ki o vakitte yaz olur, Türkbükü plajlarında gövde gösterisi yapıyor olursunuz ve unutursunuz! (Şaka şaka) Hala bu satırları okuyor iseniz gerçekten beklentim bu değil, bilesiniz.

Neyse!..

Bedii Bey’i iyice izleyeceğiz. Kaşını gözünü iyice ezberleyeceğiz. Ama bir de bu adamın yanında beliren suretler/karakterler var. Mesela bu karakterlerin kurgusu da bir acayip. Sevgili Abbas Kiyarüstemi gelişim psikolojisini gözlerimizin önüne seriyor. Asker genç, medrese öğrencisi ve müzede çalışan amca. Gelişim sırasına göre sahneye çıkıyorlar. Aslında Bedii Bey’in umudu en başında kırılıyor gibi. Acaba amele pazarı mı, yolda gördüğü  herhangi biri mi derken otostop çeken askere denk geliyor. Ve hissettirmeden hayal edilene yaklaşmanın sinyallerini alıyoruz.

Filmimiz zor, izlenmesi daha zor. Ama ütopyalar dünyası  58:00’inci dakikada bize kendini gösteriyor.

Bedii Bey’in son yolcusuyla olan diyaloglarından etkilenmemek imkansız. Ve görüyoruz ki Bedii Bey’de etkileniyor. Çünkü en başında mezarına toprak atılmasını ve iki defa “Bedii Bey” diye seslenilmesini isterken, bu seyahat arkadaşından taş atmasını hatta omuzlarından sarsmasını istiyor.

Genel kurgu tam olarak bundan ibaretken. Bedii Bey’in içinde olduğu durum var. Evet! Belki de insanlık aleminin hepsi için geçerli bir durum. Umutlarımız var. Zaten o olmasa devam edemeyeceğiz.

Özellikle düşündüren konulardan biri de,hayattan neyi beklemeli? Başarı, para, aile, sevgi, aşk, mutluluk? Hangisini beklemeliyiz? Hangisi için en çok emek vermeliyiz? Bedii Bey bunlardan hangisi / hangileri için emek verdi de dönüt alamadı? Hangisi için emek vermekten yoruldu da  hayatından vazgeçmeye karar verdi. Belki de hiç aklımıza gelmeyecek bir sebepten mi? Varoluş kaygısı mı? Varolmayı mı sorgulamalıyız yoksa ortadan kalkmayı mı? 

İşte bunlar gibi onlarca sorular oluşuyor kafanızda. Ama kusura bakmayınız. Yanıt yok! Belki de Sevgili Abbas Kiyarüstemi Bedii Bey’in hayatına son vermek istemesine sebep olan nedeni bu yüzden afişe etmiyor. Çünkü her problem, her bünyede aynı etkiyi yaratmıyor. Bazılarımıza geniş gelenler, bazılarımıza dar geliyor. İşte tam bu noktada da empati işin içine giriyor. 

Bol spolier içeren bir yazı oldu. Üzgünüm! Filmimiz, karışık zihinleri daha da karıştırıp öylece bir kenara bırakıyor. Netlikten uzakta yüzeceğiz. 

İzleyiniz, izletiniz.
Sevgiler…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder